Pazartesi, Şubat 21, 2011

'Kadın aşık olacağı adamı doğurur'

Bu ‘özlü söz’ geçen hafta sonu Gülben Ergen tarafından twitter’a yazıldı. Söyleyen Yılmaz Erdoğan. İkilinin sohbetinin tüm detaylarına elbette haiz değilim ama çıplak anlamında bu cümleye itirazım var. İtirazımın en büyük nedeni, erkeklerin hatalarını ‘mazur’ göstermesi ve onları ‘düzeltme’ yükümlülüğünü hayatlarındaki kadına yüklemesi.

Toplumsal olarak ‘erkek geç olgunlaşır’ inanışına hepimiz zaten alışığız ama ‘doğurmaya’ varacak kadar uzun boylu değil! İlişki denilen birlikteliğin en sağlıklı formu eşitliktir. Kimse kimsenin çocuğu olmamalıdır. Kadın ve erkek, olgun iki yetişkin gibi birleşir, ürer, beraber yaşlanır veya bir noktada ayrılırlar.

Olgunluk, bir ilişkiyi yaşanırken de bitirirken de herkese lazım. O nedenle, başlıktaki özlü söze itirazım var! İşin sırrı, erkeği doğurup sonra aşık olmak değil; zaten büyümüş adam bulup onunla bir hayat kurmayı başarmaktır.

Yemekteyiz şefler

‘Yemekteyiz’ programı nihayet çok eğlenceli ve öğretici bir yarışma ile ekrana geldi! Umarım bu haftaki yarışmayı izleme fırsatınız olmuştur! Kaçırdıysanız da internette çeşitli kaynaklarda bölüm videoları var. Şeflerin değişik malzemeleri karıştırıp oluşturdukları menüye kısaca göz atarsak fantastik lezzetleri nasıl elde ettiklerini anlıyoruz.

Salata için avokadoya yeşil elma ve fesleğen ekliyorlar, ayran aşı çorbasına damla sakızını katıyorlar, pazı dolmaya ıhlamur koymaya korkmuyorlar, mercimeğe adaçayı salıp, balkabağına yeşil limon sosu döküp, süte yatırılmış kereviz yaprağı üstünde et sunuyorlar!

Yemekleri iştah ve zevkle yerken beğenilerini belirtiyor, birbirlerini övüyorlar. Arada önceki yarışmacıların taklitlerini de yaparak bıkkınlık veren mantıksız kaprislerine taş atmayı unutmuyorlar. Rafet İnce, Özgür Özkan, Elif Korkmazel, Esat Özata ve Ceyda Baza hem değişik yemekler yaptılar, hem öğrettiler, hem de izleyenleri eğlendirdiler. Gecenin sonunda da birbirlerine 10, 10, 10 puan vererek herkese mesleki dayanışma ve saygıyı gösterdiler. Çok hoştu, çok.

Metro ve tramvay izlenimleri

Değişik çehreler, iniyorlar, biniyorlar... Gençler çantalarını sırtlarına takıyorlar. Hepsinin kulağından birer beyaz kordon sallanıyor. Müzik çalarları olmalı. Sürekli cepten mesajlaşıyorlar. İş kadınları var; elbiselerdeki ütüler bozulmasın diye ayakta duruyorlar... Kilolar kontrol altında... Yüksek topuklar yere sağlam basıyor...

Öğrenci olmayan erkeklerin çoğu bıyıklı. Acele bakışlar atıyorlar sağa sola... O gün takım elbiseli erkek yok. Oysa banka çalışanları olurdu... Belki de yarım saat geç kaldım, çoktan masalarına yerleştiler. En sevdiğim grup erkenci teyzeler. Ya çarşıya, ya pazara, ya torun bakmaya gidiyorlar. Yeni bir güne başlamaktan mutlular. Yan koltuklarına oturanla muhabbete başlıyorlar hemen. Vurdumduymaz öğrenciler bile kurtulamıyor ellerinden. Emekli amcalar daha ağır duruşlu. Onlar pek konuşmuyorlar. Bebek yok bu sabah. Bir bebek olduğunda her şey daha güzel oluyor! Karanlık yeraltına yaşam doluyor... Uzaktan uzaktan agucuk gugucuk oynuyoruz bebişle. Ama bugün öyle bir gün değil işte.

‘Küçük mutlulukları’ eksik bir günün başlangıcı... Metronun banttan anons yapan mekanik sesi “Taksim”, “Son durak” diyor. ‘Son durak’ film adı gibi (Final Destination), çağrıştırdıkları sevimsiz. Bir tane ‘metro müzisyen’nin bile olmadığı koridorlarda, ‘yürü’ ve ‘tırman’ eylemlerinin sonrasında Taksim’e çıkıyorum.Anında önümde koşturan mor bir kafa görüyorum. Ve, bu sabah ilk kez gülümsüyorum. İşte bir ‘küçük mutluluk’! Mor kafayı takip ederek, tramvaya atlıyorum... Çehreler değişti! Herkes daha bir canlı, heyecanlı! Yan sıradaki lastik ayakkabılı turist çift en az 70 yaşında. Ellerindeki harita ile Taksim’e bakıyorlar. Etrafa gülümsüyorlar! Keman kabını sıkı sıkı tutan küpeli genç, yanındaki arkadaşı ile şakalaşıyor. Bir grup okul öğrencisi birlikte şakıyor. Yanımdaki genç kadın, mis gibi yasemin kokuyor. ‘Oh’ diyorum, ‘sonunda yeryüzüne geldim’! Sanki güne başlamak için doğru duraktayım!

Ak Gelin

‘’Develi’den bir Türkmen obası, Erciyes Dağı’nın eteklerinde bir yaylaya çıkmış. Bu obada, güzelliği dillere destan bir kadın varmış. Gözlerini yere eğdi mi, bunu kuşlar bile fark edip uçtukları yönü değiştirirmiş. Sustu mu, yağmurlar yağarmış. Erciyes’in karlı doruklarına baktı mı, biri kederli bir türkü tuttururmuş. Badem ağaçları onu görünce mırıldanır, ulu cevizler eğilip saçlarını okşarmış. Tosbağalar tılsımlı kelimeler söylermiş yanından geçerken. Herkes ona ‘Ak Gelin’ diye seslenirmiş...” Ne güzel başlıyor efsane değil mi? Yapı Kredi Yayınları’ndan Filiz Özdem imzası ile çıkan ‘Yeryüzünden Binbir Efsane’ adlı kitaptaki pek çok efsaneden biri Ak Gelin.

Bu toprakların büyülü dünyasında çocuklar ile büyükleri el ele gezdiren bir kitap olmuş. Geçen hafta içinde yaş gününü kutlayan minik oğluşa, onu çok seven anneannesi pek çok kitap getirdi. Hepsinin içinde, Can’ın en çok sevdiği bu kitap oldu. Tesadüfe bakın ki, yazar Filiz Özdem de kitabı kendi oğlu Utku’ya ithaf etmiş. Sizin de evinizde uyku öncesi masal dinlemeyi seven küçük insanlar var ise ‘Yeryüzünden Binbir Efsane’ biçilmiş kaftan.

(15.01.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır.)