A;k , ne kadar zor anlatılıyor ve ne zor tanımlanıyor.
Herkes bir ucundan tutmuş , her satırda yeni bir ayrıtını konuşuyor.
Aşk içinde gerçeklik barındıran bir coşku mudur?
Yoksa hayalleri barındıran bir rüya mı?
Aşk deyince aklıma, Bronte kardeşlerin kitapları düşer.
Jane Eyre , Rüzgarlı Tepeler ... İçimden tekrar okumak gelir Heatcliff ile Catherine Earnshaw aşkını. Aşkı tanımlamak, konuşmak bu kadar zor iken, nasıl yazarlar yazmış, karakterler yaşamış, filmler çekilmiş .....
Müthiş aşk eserlerinden ilk aklıma gelenler, yukarıda yazdıklarım.. Genç kızlık okumalarım.. Ingiliz Edebiyati ile ilk tanıştığım, her roman karakterini aklımda canlandırdığım, genç zamanların kitapları. 13-14 yaşında idim. Karşıyaka Kütüphanesine üye kartım vardı. İstediğim kitabı alir, okurdum... Hepsi benimdi. Saatlerce rafların önünde o günkü kitabımı seçmek için oturduğumu hatırlıyorum. Henüz böyle inanılmaz kitapçılar yoktu . Kitapçılar sadece kırtasiye satarlar dönemindeydik. En azından Karşıyaka'da durum öyle...
Ama Hoca Mithat Kütüphanesi, zengin bir koleksiyona sahip, çalışanları sevecen ve temiz bir kütüphane idi.
Sonra okudum Aytmatov'un iç acıtan aşk tanımlamalarını. Ağlaya ağlaya ...Selvi boylum al yazmalım...
Klasik kitapların, filmlerin rafında konu olarak aşkı arayarak gözlerim ilerlerken, neler geliyor aklima?
Ah, işte, hiç bir zaman anlayamadığım Rüzgar gibi Geçti! Scarlett'i hiç anlayamadım, sevmedim de. Kazablanka'lı Sam de işlemedi bana, nedense....
Ama son zamanlarda seyrettiğim Lavanta Kokulu Kadınlarda ki-Ladies in Lavender- aşkı sevdim. Hani uzaktan olan, yaşı olmayan, zorlayıcılığı , diyalogları olmayan aşkı...
Zamanının geçtiğini sanan kadının bir erkeğe, erkeğin müziğe duyduğu aşkı...
Aşk için yapılanların aşkın taraflarına zarar vermesi obsesyonu ağır gelir bana.
Benim sevdiğim hikayeler daha heroic, daha kahramanca , daha özverili, daha içten içe çekilen aşkı anlatanlar ... Hani verem eden cinsten....Dedim ya Ingiliz ekolu aşklar:)
Yenilerden iki Edward Norton filmi geliyor aklıma...
Biri geçen kış seyrettiğim İluzyonist, Norton,Jessica
Biel ile başrolü paylaşıyor.
Film cok hoştu, aşkları çocukluk aşkı olarak başlıyor ve sosyal statü engeli var aralarında...Acı vardı ama Edward'ın aşkı yumuşacıktı...
Diğeri ise; Painted Veil, Boyalı Duvak... Yine Norton inanılmaz bir aşık portresi çiziyordu...Son zamanlarda en aklimda kalan sinemotografik romantik erkek karakteri,
Norton'un canlandırması ile seyrettiklerim oldu sanırım...
Norton Yale mezunu bir aktör. Kariyerinin son yıllarında hızla yükselişe geçtiği, neredeyse tüm film kritikleri tarafından kabul ediliyor. Aynı zamanda senaryo yazarliği ve yapımcılık yapıyor. Frida'nın senaryosuna hatırı sayılır katkısı olduğu biliniyor. Aktor, Frida cekildigi zamanlarda Selma Hayek ile beraberdi...
Ama , o aşk da zamanla bitti... Aktörler 50 yıllık aşkları sadece rol olarak mı tadacaklar hep acaba ?
Biten aşklar deyince, derin soruları da getiriyor akla...
Biten şeyler, bitmeyen şeyler... Neler biter , neler bitmez?
Aşk biter mi? Belki iki insanin aşkı bitebilir ama AŞK yeryüzünde hiç bitmeyecek bence...
Ya öğrenmek? Öğrenmek biter mi?
Ölümden bile öğrenilecek şeyler yok mudur? Kalanlar öğrenir mi, ölümden ders çıkarır mı? Tekrar sever mi? Peki, ölümden sonra kavuşulur mu?
Ya umut? Umut biter mi? Bitmeyen umut mudur, imkansız aşklara ölümden sonraki hayatta imkan aratan? There is always hope demis insanlar, yani herzaman umut vardır:)
Peki ya yaşam, ya sonsuzluk? Sonsuzluk biter mi? Uzay biter mi?
Yaşadıkça, dertler, mutluluklar, hayal kırıklıkları ve hayaller biter mi?
Aşk deyince, öyle düşündürdü beni....
Sevgiler
Inci