Pazar, Mayıs 16, 2010

Metro İzlenimleri

Ard arda dizilmiş vagonlar içinde değisik çehreler, iniyorlar değişik duraklarda...
Gençler işin kolayını bulmus. Çantalarını sırtlarına takıyorlar ki elleri serbest olsun. Güya eller serbest ama , bir ile cep telefonu sıkı sıkı tutuluyor, diğeri ile müzik çalarlar. Hepsinin kulağından birer beyaz kordon sallanıyor. Umarsız, asosyal ve cool görünüyorlar. O yaşlar öyle yaşlar ki, çuval giyseler yakışıyor. Saçlar dağınık, üstler dağınık ama üstlerinden akan enerji öyle canlı ki, metronun ölü ışıkları altındaki karanlık tünel duvarlarının hızlı geçişini yansıtan camlara çarpan genç akisleri, ortamın depresifliğini azaltıyor. Durakları ya İTÜ Ayazağa kampüsü veya Taksim.
Orta yaş üstü hanımların çoğu tek koltuğa zor sığıyor. Kalçalar sağdan soldan yan koltuğa taşıyor. Yan koltuk genç olmayan bir karşı cins tarafından kapılır ise, hafif kıpırdanmalar ile vücutsal temas olmasının önlemenin çareleri aranıyor.
Bu arada saplı çantalar önde dizleri kapatacak şekilde kaval kemiğinin önüne sallandırılıyor. İki el üst üste, bileklerde altın bilezikler. Bazısı burma, bazısı dövme. Ama hepsi o bileğe dar geliyor. Sanki takılalı 10 sene olmuş da, o kadar senede o bilek iki katına çıkmış gibi....Ustlerde jarse bluzlar, çoğu siyah...İstikamet Mecideyeköy otobüs durakları.
İş kadınları var, ayakta duran, kiloları kontrol altında. o boğucu ağır havada beyaz gömlekleri ve ceketleri ile hiç terlemiyormuş gibi , vakur duran. çoğu ellerindeki telefonlarından mesaj kontrol ediyor. Diğer elleri ortadaki demirde. Yüksek topuklar yere öylesine saglam basıyor ki, duraklarda tam kapı açılmadan öncekifrenin bis yapması karşısında bile kıpırdamıyorlar. Bu gürühun pek çoğu Levent'te iniyor.
Sıcağa aldırmayan ama metro yolcusunun %10 unu ancak oluşturan diğer bir topluluk da, türbanlılar. Kendi aralarında toplaşıp , ayakta duruyorlar. Onlar da öğrenciler gibi etraf ile ilgilenmiyor ama öğrencilerin farkında olmadan yaydıkları enerji , bu grupta yerini uğrunda uğraş verilen bir izole olma çabasina bırakıyor. Çoğu Osmanbey, Şişli cıvarında iniyor ama tek tük Taksim'e kadar yol alan da oluyor.
Öğrenci olmayan erkeklerin çoğu iştakipçileri sanki. Bir yerden bir yere koşturan.
İlginç bir şekilde metroda o gün takım elbiseli beylere rastlamıyorum. Ya tercih etmiyorlar veya ben onlar için mübah olan saatlerin dışında bir zaman diliminde oradayım.
Emekli hanımlar var metroda. 4 Levent Ziraat Bankası binişli veya inişli yolculukların kahramanları. Saçlara düşmüş aklar kadar çok ilgililer etrafları ile. Yanlarına düşen herkes ile 1 durak, 2 durak veya son durağa kadar süren muhabbete koyuluyorlar hemen. Öğrenciler bile kurtulamıyor ellerinden, hem de tüm ''meşgul !!'' görüntülerine rağmen;)
Emekli amcalar daha ağır duruşlu. Genelde kendi yaşıtları , sanş eseri yanlarına düşer ise, konuşuyorlar.
Taksim son durakda metro da ki kadın sesi Taksim'in son durak olduğunu anons ediyor.
Halbuki metronun karanlığından Taksim'in canlılığına, kaynayan kalabalığına, çağlayan enerjisine çıkınca insan, ''son durak'' ta olduğuna inanamıyor insan.
Önümde koşturan mor saçlı , uzun etekli , okka burunlu hippi Audrey Hepburn'u takip ederek, tramvaya atladığımda, etrafımdaki çehrelere bakıyorum. Önümdeki şortlu sandaletli yaşlı çift, ellerindeki harita ile Taksim'e bakıyorlar. Keman kabını sıkı sıkı tutan, küpeli genç yanındaki arkadaşı ile şakalaşıyor. Bir grup öğrenci anlamsız cıvıltıları ve ağır çantaları ile şakıyorlar , epey bir hacim kaplayarak. Yanımdaki genç kadın, mis gibi yasemin kokuyor. Ohhh, diyorum içime çekerek, sonunda Taksim'e geldim.
Not: Taksim 390 senedir Taksim. İsmi ile yaşasın....
Sevgiler

İnci