Cumartesi, Kasım 27, 2010

İnci Tulpar
incitulpar@gmail.com
Futbol ve Beşiktaş; iyi ki varsınız!
13 Kasım 2010
Yazı Boyutu:
Oğlu olmayan maçkolik bir babanın iki kızı olunca, kızlarını da ‘futbolsever’ olarak yetiştiriyor.
İlk anımsadığım bilinçli futbol seyretme anım, babamla birlikte, Zico’nun Brezilya Milli Takımı’nda top koşturduğu zamanın Dünya Kupası Finalleri’ne ait. O zamandan beri Türkiye’nin olmadığı uluslararası şampiyonalarda hep Brezilya’yı tutarım.
Yurt içinde ise benim için Beşiktaş esas takım, üstüne üstlük esaslı takım.
İlk Beşiktaş maçına, üniversite yıllarında eşimle gittim.
Allah’tan ‘baba takımı’ ile ‘koca takımı’ denk geldi de iki arada bir derede kalmadan ‘Beşiktaş’ diyebildim.
İlk stadyum maçında ‘Öğrenci maça gidince, yeri açık tribündür’ kuralı bizim için de geçerliydi.
Çok zevkli, üstelik galibiyetli ve de bol gollü bir maç izledik.
Yıllar içinde Beşiktaşlı olmanın tüm gereklerini yerine getirdik. Arkadaşlarla Büfe’de buluştuk, Çarşı’da balık yedik, stada yürüyerek gittik, maçı beklerken çekirdek çitledik.
Açık, kapalı, numaralı hepsinde oturduk.
Metin, Ali, Feyyaz, Rıza, Şifo... Hepsinin kariyerini yaşadık.
Arkasında bin tane farklı futbolcu ismi yazılı siyah-beyaz forma koleksiyonu edindik.
Şampiyonluk sonrası Barbaros Meydanı’nda halay çektik.
Çarşı’nın zekasına, duyarlılığına hayran olduk, ilk onlar söyledi, biz ezberledik, bağırarak tekrar ettik.
Çocuklarımızı da taşıdık maçlara. İzmir’den ziyarete gelen dedeler ve torunlar İnönü’de diz dize maç izlediler.
Hem kızım, hem oğlum, Beşiktaş ile büyüdü, Beşiktaşlı oldu.
Geçenlerde de Akatlar Basketbol Sahası’nda Beşiktaş Bayan Basketbol Takımı’nın maçına gittik.
Sadece 100 seyircili salonda maçı izledik. Basketbol izleyicisinin bu kadar az olmasına üzüldük. Neyse ki takım galip geldi, sevindik!
Akşam ise BJK-Sivasspor maçının ilk devresini rahat, ikinci devresini rahatsız izledik ama yine galip geldik, yine sevindik!
Futbol iyi ki varsın, Beşiktaş sen bir tanesin ve Çarşı teşekkürler...

SBS: Sabır-Beyin-Şans!

Geçen hafta genç beyin ve bedenlerin ızdırabı SBS’ye dikkat çekmek için, bu köşede 5. sınıf düzeyinde (!) bir sayı dizisi sorduk. Üzülerek bildiriyorum ki; gelen yanıtların çoğu yanlış! 9 13 16 9 49 ? sorusunda diziyi takip edecek sayı: 1600. Kural şöyle: 13 ile 9’un farkı 4’ün karesi 16’yı veriyor. Yine tekrar sayısı 9 ile başlayan dizide 49 ile 9’un farkı 40’ın karesi olan 1600, doğru yanıt.
Soruyu çözüp yanıt gönderenlerin neredeyse tamamını üniversiteli gençlerimiz oluşturuyor. Yanıtlayan diğer okuyucularımız ise emekli matematik öğretmenleri! Bu durumda şıklar arasında bulunan ‘öğretmenine sor’ seçeneğinin ne kadar doğru olduğunu da görmüş bulunuyoruz. SBS ile ilgili ‘denilebilecek/ yazılabilecek’ ve hali hazırda ‘denilmiş/yazılmış’ pek çok yazı var...
Benim diyeceklerim ise; SBS 12-14 yaş grubu çocuklarımız için bir eziyettir. Bedensel ve beyinsel olarak en esnek oldukları zamanı masa başında, test kitaplarına gömülü şekilde a-b-c-d çoğunsalına şartlandıkları, yetenek köreltici, hayal gücünü öldürücü, spor ve sanat faaliyetlerini kısıtlayıcı son derece vahim bir sistemdir!
Değiştirilmesine değil, kaldırılmasına uğraş vermemiz gerekir. İyi eğitilmiş, kültürlü, sanata ve spora yönelmiş, mutlu bir gençliğe sahip olmak istiyorsak; SBS yanlış bir yöntemdir!

New York’ta Beş Minare

Bu bir film eleştirisi yazısı değildir. Zaten ben de film eleştirmeni değilim. Kendimi ancak ‘iyi bir film izleyicisi’ olarak tanımlayabilirim. ‘New York’ta Beş Minare’ye niye gittiğimi bilmiyorum. Büyük ihtimalle başarılı fragmanı yüzünden... Az seyircili küçük bir salonda tek başıma seyrettiğim filmi ise; ne övebilirim, ne yerebilirim.
Söyleyebileceğim, film bende hiçbir iz bırakmadı. Bu da; belki de bir filmin ardından söylenebilecek en şanssız tümce! Sadece filmi seyrederken garip bir ‘tanıdık öğeler’ duygusuna kapıldım. Sanıyorum, klişelerin bolca kullanılmasından da kaynaklanmış olabilecek bu duygu içindeyken, aklıma nedense Leonardo DiCaprio’nun ‘Body of Lies’ (Yalanlar Üstüne) filmi takıldı.
O filmde de önemli ayetlerden alıntılar vardı. O filmde de, işkence yapan bir ajan (MK karakteri benzeri) vardı. O filmde de terörist yuvalarına baskınlar vardı. O filmde de Amerika’nın uluslararası politikalarının İslam terörünü körüklediği mesajı vardı. O filmde de iyi Müslüman-kötü Müslüman ve iyi Amerikalı kötü Amerikalı karakterleri mevcuttu.
O filmde de kendi davası için mesleğini suistimal eden istihbaratçılar vardı. O filmde olmayıp da ‘bizim’ filmde olan tek şey, Bitlis sahneleri idi... Bence ‘olmasa daha iyi olacak’ olan Bitlis sahneleri yüzünden, film tam bir kavramsal duygusal karmaşaya dönmüş! ‘Olmasa daha iyi olacak’ diğer bir unsur da Mahsun Kırmızıgül’ün canlandırdığı karakter.
Bu öğeler filmden çıkarılsa, geriye kalan film bir ‘Ahmet Ümit polisiyesi’nin Holywoodvari şekilde filme çekilmiş hali olarak izlenebilirdi. Merak ediyorsanız filme gidin ve bu kadar konusu olan bir film üzerine dönecek sohbetlerde ‘Fransız’ kalmayın!

Güzel bayramlar göreceğiz

Güzel bayramlar göreceğiz hepimiz; Bayramlaşmaya çıkan çocukların kaybolup ölü bulunmadığı... Kesilen kurbanların ihtiyacı olanlara dağıtıldığı... Kurban kanlarının oluk oluk yollara akıtılmadığı... Askerlerimizin canı için yanmadığımız... Büyüklerimizin yanına varmaya üşenmediğimiz...
Televizyon haberlerine sinir olmadığımız... Trafik kâbusları ile sabaha uyanmadığımız...
Güzel bayramlar göreceğiz hepimiz; küfürlerin, kavgaların, öfkelerin bizi bizden utandırmadığı... Bu bayram hepimize ‘bayram’ olsun...