Çarşamba, Aralık 22, 2010

Bir Sonbahar Aksami

İnci Tulpar
incitulpar@gmail.com
Bir sonbahar akşamı
11 Aralık 2010
Yazı Boyutu:
Sait Faik Abasıyanık’ın ‘Bir Sonbahar Akşamı’ adlı öyküsünü bilir misiniz? Türk edebiyatının en önemli öykücülerinden olan Abasıyanık, bu öyküsünde İstanbul’dan bahseder. Lodosundan, vapurlarından, turunç renkli gökyüzünden ve illa ki kuşlarından... Leopar gözlü atmacalardan, ötüşü bülbül floryadan, geveze isketelerden ve elbette hiç de sıradan olmayan serçelerden...
“Ben, serçeleri de, atmacaları da, saka, florya, isketeleri de severim, hattâ uzak memleketlerin kuşlarını rüyalarımda görürüm” der. Lodosun ılık estiği bir sonbahar gününde, Sait Faik’in vapurları ile adalar yoluna düşenleri alevler karşıladı! Meğer tarihi garın bahtı da; trenleri gibi ve hatta kuleleri gibi kapkara imiş. Martılar çığlık çığlık uçarken siyah dumanlardan uzağa, Zümrüd-ü Anka gibi küllerinden doğmasını diledim güzeller güzeli Haydarpaşa’nın. İçi yana yana, çaresizce yangını seyreden İstanbullulara ise; aynı hikayedeki gibi seslenmek geldi içimden...
“Kuş ol, güzel insan! Yuvarlak, esmer buğday, kavrulmuş kestane; sütlü, ateşte, suda pişmiş mısır kokulu, yarı kadın, yarı erkek, şehvet, süt, nişasta, şekerden mamûl mahlûk! Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol!”
Benim için ‘kuş olmanın’ tek çaresi yüzümü doğaya dönmek. Kuşların peşinde, rüzgarlı tepelere atmak kendimi... Haydi siz de ‘kuş olun’ bu hafta sonu... Yeşilliğin içinde, dalların üstünde, yüzünüzde ılık rüzgarı hissederek bulutlara yükseltin içinizi... İyi gelecek, biliyorum...
‘Bu İstanbul’ çok kalabalık!
Ben de çıkıp sanki kimsenin bilmediğini yazacakmışım gibi başlıklar atıyorum ya; kendime pek gülüyorum! Ama dün canıma ‘tak’ ettiği için artık yazıya döküldü mesele. Pazartesi, cuma, yağmur, lodos, kaza, hafta sonu diye diye, sayısız bahanelerle teselli bulmaya çalışırken, ömrümüz yollarda geçiyor! Her daim trafik! Dün sabah örneğin, saat 11:15’te FSM Köprüsü dolu idi! Üstelik her iki yöne de trafik vardı! Mecburen Ümraniye tarafından dolanıp 1. Köprü üzerinden Levent’e geçtim. İstanbul’da yaşamayan şanslı okuyucularımızın olayı gözlerinde canlandırmaları için; sağ ellerini başlarının ardından dolandırıp sol kulaklarını tutmaları yeterli olacaktır!
Eğer ‘pozitif’ bir ruh hali içinde isem, bulduğum bu çözümü ‘yaratıcılık’ olarak değerlendirmek mümkün tabii! Amaaaa; benzin olmuş 4 TL ve de ‘zaman’ denilen meretin fiyatı paha biçilemez hale gelmiş iken; insanda ‘pozitiflik’ filan kalmıyor! Dosdoğru söyleyeyim; daha güne başlarken ‘sinir küpüne’ dönüyor! Nitekim ‘kim önce OGS’ye girecek’ diye kapıştı iki sürücü. Ben yan şeritten ‘ilgi’ ile izleyenlerdendim. Zaten yapacak bir şey yok, durup etrafa bakıyoruz hepimiz! Kanımca orada foto-finish olsa, kim haklı belirleyemez! Çözüm derseniz; Bence 3. köprü bile yetmeyecek. Başlangıç olarak ise; ‘bir adet arabalı vapur da Beykoz-İstinye arasına konsa, nasıl olur?’ diye yetkililere sorayım şuracıktan!
Felsefe; her eve lazım
Toplumca itirazı seven bir milletiz. Karşı tez öne sürmekte, hatta yoktan ‘tez’ var etmekte kimse elimize su dökemez! Hal böyle olunca, her şeyi sorgulamayı meziyet sayan felsefenin ülkemizde -ne yazık kiaz ilgi gören bir branş olmasını açıklamakta zorlanıyor insan! Allah’tan yazıya ilginizi çekmek için girizgahta yaptığım bu laf kalabalığının, gerçek felsefe yaklaşımımız ile hiç mi hiç ilgisi yok!
Bildiğiniz gibi, en basit açıklaması ile felsefe; sorgulama, farklı düşünme, mantık yürütmedir. İtirazları ‘muğlak söz topluluğu’ olmaktan çıkarıp alternatif bir düşünce sistemine dönüştürdüğümüzde felsefeye giriş yapmışız demektir. Bu aşamayı ‘eğitim sisteminin parçası olarak’ gerçekleştiren toplumlarda, çocukların sadece zihinsel olarak değil, duygusal ve sosyal olarak da zekalarının olgunlaştığı kanıtlandı.
Bu nedenle küçük yaşlarında durmadan ‘neden, neden’ diyen, 5 yaşında ‘Tanrı’yı niçin göremediğini merak eden’, 7 yaşında “İnsanlar ölünce nereye gider?” sorusunu yönelten, 10 yaşında ise Platon’un ‘Formlar Teorisi’ni kanıtlarcasına ‘güzelliği’ asıl gerçeklik kabul etmeye meyilli küçük insanların soruları çok önemlidir. Bu sorulara vereceğimiz ‘gerçek’ ve ‘cesur’ yanıtlar, ilerde onların “zekalarının tesir altına girmesine karşı verecekleri mücadele”(*) den özgür bir akıl ve ruh ile çıkmaları açısından çok önemlidir. (*) Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar.
(04.12.2010 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır.)