Cumartesi, Ocak 15, 2011

Asureye kirkinci lazim

İnci Tulpar
incitulpar@gmail.com
Bir tarihtir sokak adları!
01 Ocak 2011
Yazı Boyutu:
Nevşehir’in Avanos Belediyesi bu hafta çok üzücü bir karara imza attı. Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Namık Kemal, Adnan Kahveci, Neyzen Tevfik, Seyrani, Orhan Veli Kanık, Hoca Ahmet Yesevi, Ömer Seyfettin ve Yunus Emre sokaklarını isimsizleştirdi. Onların birer ‘sayı’ olmalarını ‘daha’ uygun gördü!
Uğur Mumcu, Abdi İpekçi ve Fikri Sağlar Caddeleri ise ‘bambaşka’ isimlere sahip oldular! Bu isimler, sadece ‘isim’ olarak görülmemelidir. Bu caddeler o kentte yaşayan insanlara; ülke tarihini’ anımsatan sembollerdir! Bir ülkenin tarihini sokak tabelalarından izleyebiliriz. Bu tarih, anımsaması keyifli, romantik, hoş tınılı olabildiği gibi acı veren, ibretlik bir geçmiş de olabilir!
Böyle adlandırılmış sokaklar ise ‘tarihte yer tutmuş ‘insanlara ettiğimiz bir teşekkür ve geride kalan yakınları için bir nebze ‘yürek ısısı’dır. Şehit, gazi, asker isimlerinin konduğu sokaklar ise büyük bir hüznün, milletçe tutulan ağırbaşlı bir yasın yansımasıdır! Sokak adlarımızı, dolayısıyla hatıralarımızı lütfen ne ‘sayı’sallaştırın, ne de ‘siyasal’laştırın! Onlar bize yadigar, değişen belediye meclislerine değil!
Yine ‘yırtamadık’!
Akşam saatinde apartmana girdiğimde, bizim emektar Mehmet Efendi’yi elinde bir Milli Piyango listesi ile basamakta oturur buldum... “İyi akşamlar Mehmet Efendi, nasılsın?” diye sorduğumda dalgın dalgın yüzüme bakıp “Yine yırtamadık, abla” dedi (Bakmayın siz ‘abla’ dediğine, bana en az 10 yıl atar tevellütte. Kendince saygı ifadesi olarak ‘abla’ demeyi uygun görüyor). Önce algılayamadım ‘kim, neyi, niye yırtıyor’u! Sonra anladım ki her çekilişte aldığı Milli Piyango bileti, yine hüsrana uğratmış onu. Akşam akşam nereden esti ise aklıma, sosyal bilinçlendirme yapasım tuttu; “Aman Mehmet Efendi, bir vazgeçemedin şu şans oyunlarından! Sizin ‘yırtmanız’ ancak küçük oğlanın güzel güzel okuyup iyi bir meslek sahibi olması ile mümkün” deyiverdim!
‘Küçük oğlan’ diye özellikle vurguladım, zira büyükten çoktan umudumu kesmiş durumdayım! Gayet yakışıklı olan ‘büyük oğlan’ ‘zaman zaman’ okula uğruyorsa, nedeni tamamen ‘kız tavlamak’! Mehmet Efendi içinde bulunduğu üzüntülü duruma ‘yeterince önem verdiğimi’ düşündüğünü saklamaya gerek duymayan bir ifade ile yüzüme baktı! Sonra da kem küm ederek alt kattaki dairesine yollandı. İki gün geçti geçmedi, bendeniz ve Mehmet Efendi sabah karanlığında karşılaştık. Yine kapı önünde tabii! Ben koşturarak çıkarken ‘pat’ diye önümde duruverdi! “Abla” dedi, “Ben düşündüm. Hani sen diyon ya, ‘yırtmak’ anca okulla, okumakla olur diye... Her gün gazetede okuduğumuz ‘üniversiteli işsizler’e ne diycen? Senin gazete de yazıyor, diğerleri de! Bir dolu çocuk, bir dolu uğraş hep boş’ gidiyor! Yine pazara çıkıyorlar, yine geçim derdi, yine boğaz tokluğu için uğraşma”... Kafamızın üstünden bet sesleri ile kargalar geçerken Mehmet Efendi ile ben ‘ülkemizin sosyal sorunlarını’ tartışıyoruz!
Hakkını teslim etmem gerek, Mehmet Efendi 2 gün boyunca hakikaten düşünmüş bana ne cevap vereceğini. Yani ‘o kadar’ içine oturmuş, talih oyunlarının onda yarattığı hayal kırıklığını ‘önemsememem’ . Onun, bu ‘önemli tartışmayı’ mutlaka kazanmaya hevesli münazara yapar hali, benim henüz ayılmamış halim ve gak gak tepemizde dönen kargalar, sabah sabah o kadar komikti ki; gülmeye başladım. “Sen de haklısın Mehmet Efendi. En iyisi Milli Piyango almaya devam... Ama oğlanı da ihmal etme, bari o okusun” deyiverdim. Bir sevindi, görmeyin! Yüzünde güller açarak “Abla, Milli Piyango Yılbaşı İkramiyesi tam 35 trilyon, bi çıksa, var ya, nasıl yırtarız. Mutlaka sen de al. Bak ağbi de sen de koşturuyonuz, çıkarsa rahat rahat oturursunuz” dedi. Yıllardır apartman içinde rahat etmemizi sağlayan bu insanın ‘tek umudunu paylaşma’ konusunda gösterdiği yüce gönüllülük yüzünden utandım birden. Ben kimdim ki, bir insanın ‘umudunu’ elinden almaya yelteniyordum! “Tamam Mehmet Efendi, alırım, çıkarsa seni de unutmam” dedim. Hikayenin özeti; 3-4 senedir almadığım biletlerden, bu yılbaşı alacağım. Belli mi olur? Ya çıkarsa?
Aşure’ye kırkıncı lazım!
Malumunuz aşure ayındayız. Ben de birkaç senedir bu güzel geleneğe katılmaya çalıştım. Bu sene arkadaşlarımla konuşurken “Hakkıyla yapılan aşurenin içine 40 malzeme girmesi gerek” demezler mi? Cümlede ‘hakkıyla’ lafı geçiyor ya; inat ettim, uğraştım, karabiber, kırmızıbiber bile ekledim ama 40’ı bulamadım! İşte sizlere de tam bu noktada danışmak istiyorum. Neleri ekleyebilirdim 4 adet malzemeye ulaşmak için? Benim listeyi hemen sayıyorum; buğday, fasulye, nohut, pirinç, şeker, süt, tuz, nar, file yeşil fıstık, fındık, badem, ceviz, kırmızı mercimek, bal, dolmalık fıstık, pekmez, incir, kayısı, elma, kuş üzümü, gül suyu, limon kabuğu, portakal kabuğu, tarçın, vanilya, muskat, damla sakızı... Kaç etti? 26 malzeme... Hemen aç kiler dolabını... Bir pinçik karabiber ve kırmızı biber... Eeee, hâlâ 28... Allah bilir tadı da ne durumda!!! Hindistan cevizi, çörek otu, peki bir de toz zencefil... Maksimum 32. Yok, ben ‘hakkıyla’ 40 malzemeli aşure yapmayı başaramadım! Geçen senelerde karınca kararınca 10 malzemeyi koyup iç rahatlığı ile dağıtırdım ne güzel! Bu sene para, emek, bir de ‘40 malzeme olmadı, hay bin aşure’ sıkıntısı! N’olur bir deyiverin sevgili Çepeçevreciler; neler eksik? Haaa, tadı mı? Beni üzmemek için söylemiyorlarsa, gayet güzel olmuş. Herkesin aşuresi evine bolluk, bereket, şans getirsin. Allah kabul etsin.
Hey 2011!!!
İki sıfır, on ve bir... Yeni yılın kodu... Eski yılın varisi, umutların, beklentilerin, özlemlerin yenilendiği nümerik sıralama... Dünya için, evrende bulabildiğin tüm kahkahaları, güzellikleri, ışıkları, eline beline takıp da gel! İçi çirkinliklerle dolu olanların korktuğu, gücü yüreğinde saklı, güzel, adaletli bir kadın gibi; yüreğinde herkese yetecek iyileştirici gücünle gel... Mevlana’nın dediği gibi... ‘Dünle gitti düne ait ne varsa Bugün yeni bir şeyler söylemek lazım’ diyerek gel...
(25.12.2010 tarihliCumartesi Postası'ndan alınmıştır.)